Anlatmak, konuşmak, mutluluk… Bunları daha önce konuşmuştuk.
Bakmayın siz işteşliğin mevcut olduğuna. Deliliğim tuttu yine. Tek başına
kaleme işteşlik yaptırıyorum. Karşıma O’nu alıp konuşamadığımdan, bu işi
naçizane, dostluk belirtecim, kalemim üstleniyor. Kelimelere ruh üflemeye
yardımcı oluyor, aslında çok canice
şeyler yaptırıyor bana, farkında olmadan. Sadece ona sahip olduğumu
biliyor ya, içinden geçeni benden esirgemiyor. Kaleme bu kadar yüklenip onu
şımartmayalım isterseniz. Konumuza dönelim. Yani ben bir deneyeyim
müsaadenizle.
Anlatmak demiştim değil mi ilk olarak? Şimdi sen diyeceksin
ki, tatlı su bile tuzlu suyla birleşmiyorken sen kelimeleri nasıl
birleştireceksin? Haklısın. Eline balonu alan ufaklık, sevinmek, huzur ya da
mutluluk –artık ne derseniz – hissetmek için onu bırakıyorlar, sen O’na kendini
bırakacaksın sahip olduğun sözcüklerle, O da seni bırakacak, bir çocuk misali, artık amacı ne ise.
Gözünü kararttın, anlattın diyelim. Sadece gözleri seni
işlevsiz bırakabilirken, neyden bahsedeceksin? Toprağın ilginçliğinden mi
bahsedeceksin, O’ndan çıkan kelimeler sana doğru aktığında? Seçmek mi seçilmek
mi sorusunu yöneltebilecek misin, hücrelerini yakan gözlerini sana
yönelttiğinde? Ne yapabileceksin ki karşısında, kendini bu kadar hazırlamaya
çalışıyorsun? Karşısında vücudun sadece istemsiz kontrollerini yerine
getirebiliyorken, alışkanlık mı bağımlılık mı sorunsalına ne denli yanıt olabileceksin?
Gördünüz mü, henüz harf bile çıkaramayacakken nelere
kalkışıyorum? Daha Aşk’ın “ Can için canan mı yoksa canan için can mı?”
olduğunu bilmiyorum, kalkmış “yarımsın yârim” demeyi planlıyorum.
Bir de düşündüğün gibi şey var tabi. Anlattığında anlayabilecek
mi seni? İşte burada yardımıma F. Kafka yetişiyor “… ve senin önünde kendimi
yere atsam, ağlasam, anlatsam bile, biri sana cehennemi sıcak ve korkunçtur
diye anlattığında cehennem hakkında ne bilebilirsen, benim hakkımda da ancak o
kadarını bilebilirsin.”
Ve bizim deli, yani ben, susmuşluğa devam kararı alır,
yeniden…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder