Her zamanki gece rüzgarı vardı. İnsanın içini ürperten,
kimsesizliği iliklerine kadar hissettiren dokunuşunu hiç unutturmuyordu. Gece
çıktığı çok olmazdı, hele bu vakitlerde çıktıysa mutlaka düşünülecek, ince
elenip sık dokunulacak, titiz bir heykeltıraş misali fikirlerine yön verecekti.
Açık bir yer bulması sevindirmişti onu, cigarasını tazeleyebilmişti.
Yürüdü. Kararsız adımlarla kendi yerine doğru yol aldı. Hava
kararırken gelse idi, yine alıştığı şeyleri görecekti. Köşede bir simitçi,
klübede benimsenmişliğin ifadesiyle yüzüne bakan nöbet değişimi yapmış bir
bekçi, boş arazide vakit geçiren, şarkı söyleyip boş boş bekleyen gençler
olacaktı, eğer normal vaktinde gelseydi.
Ortalığı aydınlatan , yolunu gösteren “GAR” tabelasını
gördü. Az sonra vagonlar belirdi, karanlığa inat. Peronlara geçmeden önce, her
zaman yaptığı gibi selam verdi bekçiye.
Yürüdü. İlk müsait yerden raylara indi. Karar vermek için
geldi bu sapa mekana. Burada düşünebilirdi rahatça.
1’in büyüklüğü, Elif harfinin yüceliği, Sıfır’ın derinliği
ispatlanmayacaktı bu cigara paketiyle. Başka basit şeyler vardı kendi
gündeminde. Vazifesine başlamak için ilk cigarayı aldı eline. Başparmağı ile
işaret parmağı arasındaki cigara ilk alevini verirken, içine çektiği duman tüm
zihinsel ve algısal süreci başlattı. Zehir, nöronlara ulaştığında beyni tatmin
olduğundan düşünceler akmaya başladı.
Anlatmayı beceremeyecek miydi? Düşündüğünü, gördüğünde hızla
çarpan kalbine aldırmaksızın, yüzündeki çukurluklara ifade edemeyecek miydi?
Kırmızı şeytanların onun adını söylemesi için ne kadar beceriksizlik
gerekiyordu? Ya da, O hiç düşünmüyor muydu, edebiyat yapmaya çalışan bu velet,
karşısında neden engelli gibi davranıyordu?
Düşünmek için bir çok sebep vardır. Kulaklık takarsın,
düşünürsün. Kahve yudumlarsın, düşünürsün. İzmariti eline alırsın, yolda birini
görürsün, bir şey hatırlarsın, dışarıya bakarsın… Bu kadar fazla neden varken,
insanlar (O) neden düşünmüyor? Zihin işlevselliğinin önünde fiziksel varlık ne
kadar hüküm sürebiliyor?
Belki de düşünmüştür, haksızlık etmemek lazım. “Şairin aşkı
olmak azap verir (İ.P.)” sözünün ilk manasını düşünmüştür, yalnızlığa katlanmak
cazip gelmiştir. Ya da Yılmaz’ın dediği
gibi “Şairdim, iş icabı seviyordum seni” lafına çok takılıp, kendi uğruna
yazıldığında nesne gibi görülmekten mi korkmuştur? Sanırım C.Y’nin dediği
sigara meselesinin ilk evresini yaşamayı kabul edilemez olarak görmüştür. 1’in
büyüklüğünün yanına Elif’in asaletini getirmek yerine, Sıfır’ın çukuruna
kendini atıp var olmanın hüznünü yaşadığı belli ama. Başka ne gibi bir
açıklaması olabilir ki düşünmemenin? Lan, beton traversler bile raylar
aracılığıyla birlikte durabiliyorlar. Duvar, pencereyi kabul ederek duruşunu
güçlendiriyor. O anca çakıl taşları gibi araya bir şeyler koyup, yalnızlığın
dibine dem vuruyor!
Yalnızlığın bir düşüncesizliğe anlatılamayacağını görünce,
buraya gelme amacını hatırladı. Karar veremediğine karar verdi. Anlatmayı
beceremeyecekti, denemenin verdiği mutluluğu da bilmeyecekti.
Yine olmadı ya. Yine. Düşünürken bile kendine anlatamadı,
karşısında susarken nasıl olacaktı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder