15 Mayıs 2013 Çarşamba

Gar


Her zamanki gece rüzgarı vardı. İnsanın içini ürperten, kimsesizliği iliklerine kadar hissettiren dokunuşunu hiç unutturmuyordu. Gece çıktığı çok olmazdı, hele bu vakitlerde çıktıysa mutlaka düşünülecek, ince elenip sık dokunulacak, titiz bir heykeltıraş misali fikirlerine yön verecekti. Açık bir yer bulması sevindirmişti onu, cigarasını tazeleyebilmişti.
Yürüdü. Kararsız adımlarla kendi yerine doğru yol aldı. Hava kararırken gelse idi, yine alıştığı şeyleri görecekti. Köşede bir simitçi, klübede benimsenmişliğin ifadesiyle yüzüne bakan nöbet değişimi yapmış bir bekçi, boş arazide vakit geçiren, şarkı söyleyip boş boş bekleyen gençler olacaktı, eğer normal vaktinde gelseydi.
Ortalığı aydınlatan , yolunu gösteren “GAR” tabelasını gördü. Az sonra vagonlar belirdi, karanlığa inat. Peronlara geçmeden önce, her zaman yaptığı gibi selam verdi bekçiye.
Yürüdü. İlk müsait yerden raylara indi. Karar vermek için geldi bu sapa mekana. Burada düşünebilirdi rahatça.
1’in büyüklüğü, Elif harfinin yüceliği, Sıfır’ın derinliği ispatlanmayacaktı bu cigara paketiyle. Başka basit şeyler vardı kendi gündeminde. Vazifesine başlamak için ilk cigarayı aldı eline. Başparmağı ile işaret parmağı arasındaki cigara ilk alevini verirken, içine çektiği duman tüm zihinsel ve algısal süreci başlattı. Zehir, nöronlara ulaştığında beyni tatmin olduğundan düşünceler akmaya başladı.
Anlatmayı beceremeyecek miydi? Düşündüğünü, gördüğünde hızla çarpan kalbine aldırmaksızın, yüzündeki çukurluklara ifade edemeyecek miydi? Kırmızı şeytanların onun adını söylemesi için ne kadar beceriksizlik gerekiyordu? Ya da, O hiç düşünmüyor muydu, edebiyat yapmaya çalışan bu velet, karşısında neden engelli gibi davranıyordu?
Düşünmek için bir çok sebep vardır. Kulaklık takarsın, düşünürsün. Kahve yudumlarsın, düşünürsün. İzmariti eline alırsın, yolda birini görürsün, bir şey hatırlarsın, dışarıya bakarsın… Bu kadar fazla neden varken, insanlar (O) neden düşünmüyor? Zihin işlevselliğinin önünde fiziksel varlık ne kadar hüküm sürebiliyor?
Belki de düşünmüştür, haksızlık etmemek lazım. “Şairin aşkı olmak azap verir (İ.P.)” sözünün ilk manasını düşünmüştür, yalnızlığa katlanmak cazip gelmiştir. Ya da  Yılmaz’ın dediği gibi “Şairdim, iş icabı seviyordum seni” lafına çok takılıp, kendi uğruna yazıldığında nesne gibi görülmekten mi korkmuştur? Sanırım C.Y’nin dediği sigara meselesinin ilk evresini yaşamayı kabul edilemez olarak görmüştür. 1’in büyüklüğünün yanına Elif’in asaletini getirmek yerine, Sıfır’ın çukuruna kendini atıp var olmanın hüznünü yaşadığı belli ama. Başka ne gibi bir açıklaması olabilir ki düşünmemenin? Lan, beton traversler bile raylar aracılığıyla birlikte durabiliyorlar. Duvar, pencereyi kabul ederek duruşunu güçlendiriyor. O anca çakıl taşları gibi araya bir şeyler koyup, yalnızlığın dibine dem vuruyor!
Yalnızlığın bir düşüncesizliğe anlatılamayacağını görünce, buraya gelme amacını hatırladı. Karar veremediğine karar verdi. Anlatmayı beceremeyecekti, denemenin verdiği mutluluğu da bilmeyecekti.
Yine olmadı ya. Yine. Düşünürken bile kendine anlatamadı, karşısında susarken nasıl olacaktı?
Raylardan doğruldu. Çakıl taşlarının birini uzağa fırlattı. Kimsesiz rüzgarla tekrar tanışıp barınağının yolunu tuttu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder